16 Aralık 2013 Pazartesi

idrak

şunu kabul etmek lazım "kötü insan, kötü insandır." sebep sonuç ilişkilerine dayanarak yanlış ve olumsuz tavırları haklı çıkarmaya çalışmak pasifize edilmiş saflığımızın yersiz bir çabası sadece; üstelik farkında olmadan iyiliği yüceltmekten ziyade kötülüğü cesaretlendirir. verilecek onca tepkinin arasında karşınızdaki ısrarla en can yakıcı olanı seçiyorsa pollyannavari mazoşistliği bir kenara bırakıp objektifliğin soğukluğuna birazcık tahammül ederek istemediğimiz gerçekle yüzleşmemiz gerek, kötü insan kötüdür! onunla savaşmayın, onu yok sayın.

6 Mart 2013 Çarşamba

gece yarısı

yoksunluğunla uyandım bir gece yarısı

usumda manasız bir ayrılık hecesi

bağrımın orta yerinde bir yanık aşk yarası

yerle yeksan ruhta yekpare olma hevesi

26 Ocak 2012 Perşembe

devinim

derim ve iskeletim arasında kalan her bir parça titrerken suskunluğumdan, bir şeyler bağımsızlığını ilan ederek coşku içerisinde kararlı adımlarla yürüyor zihnimde. üst üste koyduğum kararlarım ki onlar yer açmak içindi kendime, bir bir düşüyorlar. basiretsiz değilim, ne yapacağını bilmez halde ise hiç! sadece tutunamayacakları yerlere yerleşmiş düşünce ve insanları zaptetmek için uğraş vermenin yorgunluğunu atıyorum üstelik keyif içerisinde seyrediyorum hareketlerini. dağılırcasına düşüyorlar tepelerden kararlı adımların sarsıntıları sebebiyle. bu bir yıkım değil, sadece yerini bulamamışlığın telaşlı koşuşturmacası, hiç bir yere hiç bir zaman varmamalarını dilediğim ''şeyler''in istikamet arayışı. hem bu ''şeyler''in devinimi olmaksızın nasıl adını bulsun bu şuursuz titreyişler! 
kendime açtığım alanlara saçılıyor her bir ''şey'' dayanamayarak tutuklu hallerine. derli toplu manzaraya şenlik katıyorlar. kendi kendimi alt edişim, sözcüklerden dirilişim ve hiç bir tarafı savunmaksızın içli muharebenin tozu dumanında yitirilişim inşa ediyor beni.


dökülüyor tutunduruldukları yerden her bir ''şey'' yıkarcasına neredeyse


tanımsızlıklardan kaçan bir dinglinlik yükseliyor


adı her neyse!

28 Aralık 2011 Çarşamba

kısır döngü

dönüp dolanıp kendini bulduğu hep aynı yer. aynı çember boyunca kaçışları, yenilenmeleri, yenilmeleri bir eskinin üzerinden geçerken yığılarak birikmiş antik kentlerce diziliyor. aynı izleri, aynı yerde aynı şeyler, benzer insanlar bırakıyor. kim bilir belki farkındalık yoksunu bir bağımlılık gözleri alabildiğine kör. belki niyeti yok hiç yoldan çıkmaya öyle cesaretsiz, kim bilir belki inanmıyor. kördüğümün çözüldüğü yeri bilip de ilikleri özgürlüğüne kavuşturmaya erinip düğümle yuvarlanmak çember boyu, bir vurdumduymazlıktan ileri geliyor.
aynı sahnede aynı cümleleri tekrarlamak kimi zaman iğrendirse de kimi zaman inadına söyleniyor. bağımlılığı ile bağlarını kemirirken yorgun düşüp bin pişmanlıkla yersiz ümidin kucağına salıyor biriktirdiklerini, harcayıp gidiyor bir iki servet maymunuyla tüm direnç hazinesini. kaybettiklerinden kazanımlar doğurup biriktirip tekrar harcıyor kendini. azaldıkça çoğalışından güç alan kumarbaz tavrıyla her bir dönüşünde daha az acı daha çok nasır daha derin bir inançsızlıkla koyuyor varlığını masaya; her ''bundan daha kötü olmayacak'' deyişinin ardından çil çil savuruyor umut keselerini. hırsını alıp yenilip de rahatladığında başlıyor kısır döngü yolunda çoğalma süreçleri! keselerinden bin bir sancıyla yeniden ve daha gür doğuruyor kendini ta ki çemberin içinde kalan alanı kaplayana kadar büyüyen kördüğümleri!

25 Aralık 2011 Pazar

fare

minik bir fare insanın direncini, elinin kıyısından salına salına geçerek kırabilir mi? kırabilir. onca heveslere kapılıp bir ucundan tutup da başladığı serüveni yarım bırakmasına sebep olabilir mi bu pek de sevimli olmayan iki gözün üzerine dikmesi bakışlarını ? ilahi teste tabi tutuluyor hissi veriyor olması insanın inancını kırbaçlayıp da dört nala inatla gitmesini sağlayabilir mi?
içini çeke çeke ağlayıp da bir farenin nasıl da tüm umudunu silip süpürdüğünü izlediğim insanın içimi nasıl parçaladığını fare anlayabilir mi? biz mi geldik yıktık yuvasını, yoksa o daimi yüzsüz bir ziyaretçi mi? insanlardan iğrenmiyor mu acaba? yoksa şükür mü ediyor kemirdiği her kırıntıyla varlığımıza? bu kadar istenmezken o ürkekliğiyle canhıraş tutunuyor güdülerine, ya peki bizimkiler? bizim de aynı kuvvetle tutunmamız gerekiyorsa ve bu sebeple sadece bir kazananı olacaksa? ve sen fare bu oyunda fazla isen?


ve sen fare bir metafor değil de gerçekten mide bulandıran bir faresin!


yine de senden bile nefret etmem mümkün olmuyor zihnimde, onu bu kadar hayal kırıklığına uğratmış olmana rağmen, gözleri dolu dolu, içi buruk görmeme sebep oluşundan bile nefret edemiyorum! 


sadece vazgeç onu üzmekten ve bir parça peynirin heybende git, hepsi bu...

9 Eylül 2011 Cuma

kronik monolog IV

   bir şey oturuyor içimde, yer çekimi kuvveti alabildiğine hırslı. ağırlığının göreliliği de bundan işte zira sabit değil çekilenlerin kuvveti direnç eşiğimde. 
   bir şey var; tanımlara yeltendiğimde tutup da geri döndüren, eril'ime bahşedilmiş hissiyat gibi. öylece oturmuş nefes patikalarıma sigarasının koyu dumanını üfleyen feleğin çemberinde oyalar işlemiş bir çingene gibi. söyleyecek onca sözümü alaycı gülümsemesiyle boğazımda düğümleyen, her sorduğum soruya verecek cevabı olup da sahip olduğu bilginin getirdiği o içi dolu boş vermişliği ile sessizlik içinde suskunluk anlamları türeten bilge gibi.
   bir şey var; hayalime gerçeğin ell'eriyle dokunup, onu hiç var etmemişçesine yok edip yeni güne uyanmaktan duyduğum korku gibi.


                          bir ''gibi'' belirsizliğine söylenecek hiç bir sözü yakıştıramayıp susup öylece beklemek gibi.

21 Temmuz 2011 Perşembe

toz duman

      katıp ardımda ne varsa birbirine döndüm. toz bulutuydu o an zihinler ve ben içlerinde girip kayboldum. her şey berraklaştığında ise çoktan yoktu varlığım. soru sormaya vakitleri yoktu, anlam vermek için bir iki hareket dalgalandı akıllarda ama muhatabı da yoktu bunların. haliyle kendiliğinden yorumlar döküldü, kim bilir nelerdi onlar. hem ben bilmediğim sürece kimin bildiği de umurumda değildi. toz perdesi inince gözlerden ve bihaberken kimisi gittiğimden, vardığında farkına çekti haksız kılıcını kelimelerinden ama yitik cesaretinden mütevellit arenada değil bir kenar mahallede sokağın köşesinden sadece ucunu göstererek ürkekliğinden.
      nice evvel ardımda saklananların yanındalar şimdi. dönüp bakma gafletinde bulunmuş olmanın bir pişmanlığı değil bu, aksine bir nevi yüzleşme idi.  gözü kapalı dönmüştüm yüzümü nefesine, açtığımda gözlerimi göz göze idik ve gördüğüm çizgili, buruşuk, donuk gözleri, ahlaksız ve tutucu bakışları, dökülmüş dişlerinin arasından yayılan acınası gülüşü ürkütmek bir kenara acıma duygusu bile uyandırmadı içimde. sadece alaycı bir gülümseme ile karşıladım hırıltılarındaki yaşlı saldırıyı ve tozu dumana kattım böylesine göz göze iken gözü gözü göremedi. bir toz bulutu içinde bu sarhoş savaş sona erdi.

                                
                            ve har vurup harman savurdum topladığım ganimetlerimi yalnızlığımın har ateşinde...